6 Ağustos 2013 Salı

Livaneli ile Çeviri üzerine


EDEBİYAT NOTLARI-16


Uygarlıkların tanışması için birbirlerinin kitaplarını okumaları şart. Bu da ancak çeviri yoluyla sağlanabildiği için edebiyat tarihinin en önemli konularından birine dokunmak üzereyiz. Eğer çevirmenler olmasaydı dünya edebiyat ve düşüncesinin en önemli eserlerinden yoksun kalırdık. Bir insan en çok kaç dilde eser okuyabilir ki.

(Nurullah Ataç yabancı dil olarak sadece, tek bir gelişmiş Batı dilini öğrenmenin yeterli olacağını söylerdi. Nasıl olsa bütün dünya kaynakları bu dile doğru dürüst tercüme edildiği için, başka dllerle uğraşmanın zaman kaybı olduğunu savunurdu.)

Çeviri dediğim zaman aklıma o kadar çok anekdot hücum ediyor, o kadar çok düşünce geliyor ki, bunları sıraya koymakta güçlük çekiyorum.

Kararsızlığa kapıldığım için lafı dolandırıp duruyorum ama madem bir kere başladık; Ruslar‘ın şu zalim sözünü hemen aktarayım, olup bitsin. Çünkü kadın konusundaki yargısına katılmasam bile, çeviri konulu bir yazıda görmezden gelemeyeceğim bir söz bu.

Ruslar der ki: “Çeviri kadın gibidir, güzeli sadık olmaz, sadığı güzel olmaz.”

Belki bu söz kadınlara haksızlık yapıyor ama çeviri konusunda, gerçek bu. Eğer bir kültürün oturmuş kavramlarını, bambaşka bir kültüre olduğu gibi çevirirseniz ortaya saçmalık çıkar. Çünkü önemli olan dilden dile değil, kültürden kültüre çevirmektir.

Yıllar önce okuduğum bir yazıda, şimdi adını hatırlamadığım bir yazar İngilizce’deki “bull” kelimesiyle İspanyolca’daki “toro” kelimesini karşılaştırıyor ve ikisi de “boğa” anlamına gelen bu kelimelerin, iki dildeki farklı anlamına vurgu yapıyordu. “İspanyolca’da toro aşkı-ihtirası-kanı-ölümü-kaderi çağrıştırır, İngilizce’deki bull ise çayırlarda otlayan sakin bir hayvanı” diyordu.

Zaten iyi çevirmenler, eseri kendi ana dillerinde tekrar yaratırlar. Biz bu açıdan talihli bir ülkeyiz. Çünkü şairlerimiz, yazarlarımız çeviri işine eğilmiş ve bazen orijinalinden bile daha güzel çevirlere imza atmışlar: Sabri Esat Siyavuşgil, Sabahattin Eyüboğlu, Vedat Günyol, Azra Erhat, Orhan Veli, Can Yücel, Hasan Ali Ediz, Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Rasih Güran, Burhan Arpad, Kamuran Şipal, Nihal Yeğinobalı, Ataol Behramoğlu, Ülkü Tamer, Murat Belge, Özdemir İnce, Cevat Çapan, Seçkin Selvi Cılızoğlu, Zeynep Avcı, Celal Üster, Fatih Özgüven, İnci Kut bir çırpıda aklıma gelen büyük çevirmenler (Unuttuğum çoktur, beni affetsinler).

Sabri Esat’ın Cyrano, Can Yücel’in Shakespeare soneleri, Melih Cevdet’in Edgar Allan Poe’dan Annabel Lee’si, çevirinin unutulmazları arasına girmiştir.

Ama bu yetkin örneklerin yanında dili bilmeden, kültüre hakim olmadan kafa göz yararak yapılmış öyle çeviriler vardır ki, insana saçını başını yoldurur. Üstelik bunlara üniversite kitapları arasında bile rastlanır.

Çeviri konusunda İtalyanlar’ın da kışkırtıcı bir sözü vardır, “Traduttoritraditori” derler. Yani “Çevirmenler haindir.”

İnsanı isyan ettirecek kadar zalim bir söz ve neden böyle söylediklerini de anlamak zor.

Ama İtalya’da bir çevirmenin istemeden hainlik yapabileceğinin en büyük kanıtına rastladım. Bir Roma gezisinde Michelangelo’nun Musa heykelini görmek istemiştim. Ustanın elinden çıkan heykel gerçekten de yürüyecekmiş gibiydi ama dikkatimi çeken tuhaf bir özelliğe sahipti. Michelangelo, peygamberin başına iki boynuz yerleştirmişti. Boynuzun şeytana ait bir simge olduğu bilindiğinden, Musa’nın başındaki boynuzlara anlam verememiş ve işin aslını öğrenmeye çalışarak İtalya’daki dostlarıma bunun sebebini sormuştum. Doğru dürüst bir cevap almam uzun sürdü. Hem de aradığımı Roma’da değil, İstanbul’da buldum. İbranice bilen bir ahbabım bana işin aslını anlattı.

Meğer Tevrat’ı İbrance’den Latince’ye ilk kez çeviren adam, bir kelimede büyük bir yanlışlık yapmış. İbranice’de “güneş ışını” ile “boynuz” kelimeleri birbirine çok benzermiş. Çevirmen iki kelimeyi karıştırarak “başında güneş ışınıyla yürüyen Musa” yerine, “başında boynuzlara yürüyen Musa” demiş. Zavallı heykeci de bu çeviri yanlışlığına kurban gitmiş mi demeli, yoksa koskoca peygambere yapılan muameleye mi üzülmeli, bilemiyorum.

Bu hatalara rağmen dünya, çevirmenlere çok şey borçlu. Yunan felsefesini Araplar’a, oradan da Latince’ye aktaran, dünyayı kaynaştıran, etkileyen, edebiyat akımları yaratan insanlar, hep bu işe gönül vermiş olan çevirmenler.

Şimdi işin başka bir yönüne değinelim: 19. yüzyılda, herkesin konuştuğu dil anlamında kullanılan “lingua franca” deyimi Fransızca’yı işaret ederdi. Çünkü entelektüel dil oydu. Zamanla bu iş değişti ve günümüzün lingua franca’sı İngilizce oldu.

Bu yaygınlığın ekonomiyle ve dünyaya egemen olmakla ilgisi olduğu belli. Düşünsenize; Amerika, Britanya ve Avusturalya’nın toplam yıllık geliri yaklaşık 18 trilyon dolar. Aynı zamanda bilgisayar ve iletişim dahil olmak üzere bütün ileri teknoloji ürünlerine hükmediyorlar. Dolayısıyla ana dilleri tarihte hiçbir zaman görülmemiş bir güçle dünya dili oluyor.

Bu açıdan İngilizce yazan romancılar, şairler şanslı. Çünkü kitapları basıldığı anda bütün dünyada görücüye çıkıyor. Türkçe gibi diller ise ne yazık ki kendi içine kapalı.

Size bir soru sorayım: Batı’da en çok tanınan şairimiz Mevlana. Buna karşılık Yunus Emre, Şeyh Galip, Baki hiç tanınmıyor. Acaba bunun sebebi ne? Mevlana ile Yunus Emre arasında kalite uçurumları mı var ki birisini bütün dünya biliyor, ötekinden ise habersiz?

Bu sorunun çok basit bir cevabı var: Mevlana Farsça yazdığı için dünya dillerine çevrildi, Yunus Emre ise Türkçe’nin içine hapsoldu.

Çünkü Farsça, özellikle Goethe’nin merak sarmasından, Fars şairlerini okumak için Farsça öğrenmesinden, “Batı-Doğu Divanı”nı yazmasından sonra dünya çapında bir edebiyat dili oldu.

Bugün bazı yazarlarımızın kitapları, çeşitli dillere çevriliyorsa bunun nedeni, önce New York’ta yayınlanmış olmalarıdır. Çünkü nasıl Anadolu’dan tüccarlar İstanbul’a gelip, toptancıdan mal alır ve “kamyon yaparlarsa”, dünya yayıncıları da New York’a ya da kitap fuarlarına gidip kitap seçiyor. İsterse yeni bir Tolstoy, yeni bir Shakespeare olsun, o parlak vitrinde yer almayan bir yazarla hiç kimse ilgilenmiyor.

Çeviri konusunda bir deneyimim de şu: Tek bir harfini bile okuyamadığım egzotik dillerde yayınlanmış olan kitaplarım elime ulaştığında ister istemez bir tedirginlik yaşıyorum. Mesela Endonezyaca, Korece, Çince... Kimbilir nasıl çevirdiler, neyi nasıl aktardılar? Üstünde benim adım yazıyor ama ben onu bile okuyamıyorum. Çevirmenleri de bilmiyorum.

Neyse, yine de iyidir herhalde.

Karadenizli tavukçunun “Tavuk Çevirme” tabelasına yazdığı “chicken translation” gibi değildir.

12 Nisan 2013 Cuma

TERCÜME BÜROSU AÇMAK




Serbest tercümanları her zaman kara kara düşündüren bir mevzudur tercüme bürosu açıp açmamak. Kara kara diyorum çünkü, sektörün önemli bir özelliği olarak, düzenli bir iş akışı yoktur. Bir gün boş oturmaktan sıkılırsınız, ertesi gün bir bakmışsınız yoğunluktan sayfalarca işi reddetmek zorunda kalmışsınız. Hal böyle olunca, aylık belli masrafları olacak bir işletme açmak, tabi ki kara kara düşündürür insanı. Serbest tercüman olarak çevremden aldığım "gazla" ben cesaret ettim ve bir ofis açtım. Açtım da iyi mi oldu? Evet aslında iyi oldu. Giderlerim arttı, ancak aynı şekilde gelirim de arttı. Çevre oluşturdum. Hala da devam ediyorum. İş sanki daha ciddi bir hal aldı. Evde üzerinizde pijamanız ayağınızda terliğinizle, insanlarda çok uzakta yaptığınız iş, birden ciddi bir hal aldı. Her sabah belli saatte kalkıp, güzel kıyafetler giyip ofisinize yol almanızla başlıyor her şey. Zaman zaman müşterileriniz oluyor, zaman zaman arkadaşlarınız geliyor. Ve aynı iş, size daha değerli gelmeye başlıyor. Dolayısıyla siz kendinizi daha değerli hissediyorsunuz. Bir muhasebeciniz bile oluyor, daha ne olsun! İşin ciddiyeti sadece bu kadar değil tabi ki, daha büyük sorumluluklarınız oluyor. Özellikle noter onaylı tercümelerin yükü altında baya bir eziliyorsunuz. Altına imzanızı attığınız ve kaşenizi bastığınız bir evrak sizin aklınızı günlerce meşgul edebiliyor. Her ne kadar titiz çalışsanız da, "ya bir hata yaptıysam" düşüncesi peşinizi bir türlü bırakmıyor.
Bunların yanı sıra bir de tabi işin mali boyutu var. Daha ilk adımı atıyorsunuz bismillah, hemen Bağ-Kur'unuz başlıyor. Tam 368 TL olarak. Sizin henüz para kazanıp kazanmadığınız kimsenin umurunda değil tabi ki.  Kiranız, aidatınız, telefon faturanız, İnternet faturanız, elektrik, su, yeme içme, yol derken ortalama 1200 TL'yi buluyor. Tabi bu rakam kira giderinize göre değişir. Benim bahsettim ortalama kira 300 TL civarı bir rakam. Bu bahsettiğim rakamlar sadece bir kişi için tabi ki. Tek ofis ve tercüman olarak da siz kendiniz bizzat! Ha bir de eleman alcaksanız vay ki halinize...
Tüm bu maddi ve manevi hususlar bir yana, yinede işinizde başarılı olmak ve gelecekte iyi bir tercüman olmak istiyorsanız, belli zorluklara katlanmayı göze almalısınız. Ne demişler:"Cefa çekilmeden, sefa sürülmez...".

20 Mart 2013 Çarşamba

SOMETIME DURING ETERNITY- BAZEN SONSUZLUK SÜRÜP GİDERKEN



SOMETIME DURING ETERNITY

Sometime during eternity
                                                       some guys show up   
and one of them
                      who shows up real late
                                                       is a kind of carpenter   
      from some square-type place
                                              like Galilee
          and he starts wailing
                                          and claiming he is hip
            to who made heaven
                                       and earth
                                                      and that the cat
                   who really laid it on us
                                                 is his Dad

          And moreover
             he adds
                         It’s all writ down
                                              on some scroll-type parchments   
          which some henchmen
                  leave lying around the Dead Sea somewheres   
                a long time ago
                                       and which you won’t even find   
         for a coupla thousand years or so
                                                 or at least for
      nineteen hundred and fortyseven
                                                      of them
                            to be exact
                                             and even then
         nobody really believes them
                                                   or me
                                                            for that matter
          You’re hot
                         they tell him
          And they cool him

          They stretch him on the Tree to cool

                         And everybody after that
                                                               is always making models   
                                          of this Tree
                                                          with Him hung up   
          and always crooning His name
                                     and calling Him to come down   
                                 and sit in
                                                 on their combo
                           as if he is the king cat
                                                            who’s got to blow   
                      or they can’t quite make it

                      Only he don’t come down
                                                         from His Tree
          Him just hang there
                                       on His Tree
          looking real Petered out
                                          and real cool
                                                             and also
                   according to a roundup
                                                    of late world news   
             from the usual unreliable sources
                                                               real dead
Lawrence Ferlinghetti
BAZEN SONSUZLUK SÜRÜP GİDERKEN
Bazen sonsuzluk sürüp giderken
birtakım insanlar çıkıp geliyor
ve bunlardan
bayağı geç saatlerde çıkıp gelen biri
bir çeşit marangoz
Galile denen
köhne bir yerden geliyor başlıyor bağırıp çağırmaya
ve her şeyi bildiğini öne sürüyor dünyayla ahreti
yaratanla ilgili
ve bütün bunları başımıza saran herifin Babası olduğunu
Ayrıca ekliyor . Bütün bunlar
birtakım parşömen tomarlarına yazılı bazı hizmetkârların
Ölü Deniz'in oralarda bir yere bıraktıkları çok eskiden
sizin iki bin yıl içinde ya da hiç değilse bin dokuz yüz kırk yedi yılda bile bulamayacağız
bulduğunuzda da kimsenin ne onlara
ne de bana inanmayacağı Fazla ateşlisin
diyorlar ona Ve sakinleştiriyorlar onu Ağaca geriyorlar sakinleşsin diye Ondan sonra herkes
durmadan bir örneğini yapıyor o Ağacın
Kendisi o ağaca asılı ve durmadan O'nun adını mırıldanıyorlar
ve O'nu aşağı çağırıyorlar


gelip dans orkestralarında otursun diye sanki en kral delikanlı o çalgıcılar içinde O olmazsa işi kıvıramayacaklar sanki Ama o bir türlü inmiyor
Ağacından
Orada asılı duruyor öyle
Ağacında gerili
iyice Taş kesmiş gibi iyice sakinleşmiş
üstelik
bilinen güvenilmez kaynaklara dayanan son dünya haberlerinin özetlerine göre
iyice ölmüş


Çeviren: Cevat ÇAPAN

22 Şubat 2013 Cuma

Dil, Özgürleştirici mi Yoksa Kısıtlayıcı mı?






Derler ki okuma-yazma öğrenmek insan hayatında çeşitli kapılar açar. Zira, bu kapılar bir kez açıldı mı bu kapılardan bakmazsızın dünyayı görmek imkansızlaşır.
İnsanlar yaşadıklarını, hissettiklerini sembollere dönüştürerek ifade ederler. Yani bu dolaylı bir yoldur.  Bu durum karşısında insan şunu düşünmeden edemiyor; “Bildiğimiz kelimeler tüm hislerimizi, düşüncelerimizi ve deneyimlerimizi ifade etmeye kâfi midir?” Bu açıdan bakılınca, bildiğimiz daha doğrusu öğrendiğimiz kelimeler kadar konuşuruz.  Peki o kadar mı yaşıyoruz? Tabi ki hayır, sohbet sırasında şu ifadeleri hep duyarız; “tam da dilimin ucunda”, “nasıl desem, nasıl ifade etsem bilemedim”,   ve daha pek çok benzeri ifade. Bu şekilde dil, deneyimlerimizi, düşüncelerimizi sembolik dönüştürmelerle, yaşamımızı tekeline almaktadır desek yalan olmaz.
İnsanoğlu bu uygarlaşma sürecinde, neden kendi duygu ve düşüncelerini kısıtlayan bir semboller sistemi geliştirmiştir? Buna cevap vermek için dilin nerde, ne zaman ve hangi amaçla ortaya çıkmış olduğu hususuna bir göz atmak gerekmektedir. Buna cevap arayan pek çok bilim insanı, birbirinden farklı teorilerle karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan bir tanesi poh-poh teorisidir. Bu teoriye göre, dil insanın; acı, korku memnuniyet gibi duygularını belirten haykırışlardan doğmuştur. Bir başka teoriye göre ise, tata teorisi, dil bedensel hareketlerin taklit edilmesiyle ortaya çıkmıştır. Bu masume görünen teorilere bir de dilin ortaya çıkışıyla ilgili hiç de masum olmayan bir açıklama gelmiştir. Çağdaş dilbilimcilerden E.H Sturtevant’a göre dil olsa olsa insanın yalan söyleme, aldatma isteğinden ortaya çıkmıştır. İçinde yaşadığımız zamanı düşünecek olursak, bu teori insana mantıklı geliyor. Dili kullanarak pek çok duygu ve düşüncemizi gizleriz, hatta daha da ileriye giderek farklı gösterebiliriz. Yani yalan sözleriz. Bu insanın aklını karıştıran teori yüzünden,  bazen;  keşke hiç dil bulunmamış olsaydı, avcı-toplayıcı olarak kalıp hayatımıza daha masum bir şekilde devam etseydik diye düşünmeden edemezsiniz.
Bazı bilim adamları ise bu konuda pek iyimser bir duruş sergilemezler. Örneğin Bernard Campbell’in savına göre “Dilin nasıl ya da ne zaman ortaya çıktığını hiçbir şekilde bilmiyoruz ve hiçbir zamanda bilemeyeceğiz.”  Tüm beşeri bilimlerde olduğu gibi, dil konusu da içerisinde bolca karmaşıklık barındırmakta ve uzun yıllar daha tartışılacak gibi gözükmektedir.  
Gelelim asıl sorumuza; Dil özgürleştirir mi yoksa kısıtlar mı? Bu sanırım hangi açıdan baktığınıza bağlı, ve cevaplanması olası görünmeyen bir soru. Dil zaman zaman bizi kısıtlar, bazen bildiğiniz hiçbir şey sizin kendinizi ifade etmenize yardımcı olmaz. Bazen de ifade etmeye çalışırken yanlış anlaşılırsınız, konu alır başını, sizden bağımsız bir şekilde yürür gider. Ancak diğer taraftan, bu çağa ayak uydurmak adına dili ne kadar iyi kullanırsanız o kadar şanslısınız demektir. Hele bir de dünya dillerinden, bir değil birkaç tane biliyorsanız, bu sizin lehinize olacaktır.  İşler git gide karmaşık bir hale gelir tabi o da işin tuzu biberi. Bazen keşke hiç okuma yazma bilmeseydim, hatta konuşmak zorunda kalmasaydım rahat mı rahat bir kafayla kalan ömrümü yaşasaydım bile diyebilirsiniz.  Bu da tabi konuya farklı bir bakış açısı. Dil bazen destek olur, bazen de köstek…
Yazan: Nergis

20 Şubat 2013 Çarşamba

Çevireceğiniz kelimenin diğer dilde karşılığı yaksa?!






Çeviri işiyle uğraşan pek çok çevirmenin sıklıkla karşılaştığı bir durum vardır; çevirecek olduğunuz kelimenin diğer dilde karşılığının olmaması. Dinamik yapıya sahip ve devamlı değişim gösteren dillere, gerek kültürel gerekse teknolojik değişmeler sebebiyle pek çok yeni kelime katılmakta ve ya eski kelimeler değişime uğramaktadır. Çeviri yapanlar zaman zaman bir nevi bulmaca çözerler.  Bu durum bazı tercümanlar tarafında can sıkı bazıları tarafından ise gayet eğlenceli bulunabilir. Ben şahsen bunu eğlenceli bulanlar tarafındanım.  Her ne kadar çeviri süreci zor bir süreç olsa da bazen sıkıcı hale gelmektedir.  İşte tamda o zaman yeni ve karşılığı olmayan bir kelimeyle karşılaşmak aynı yeni oyuncağa kavuşmuş bir kedi gibi hissettirir sizi. Bu kelimenin anlamı nedir, kökeni nedir? Yeni mirdi eski midir? Terminoloji midir yoksa gündelik kullanıma ait bir kelime midir? Kafanızda tüm bu sorularla, başlarsınız araştırmaya, soruşturmaya.

Benim bu durumlarda bizzat yaptığım ve naçizane tavsiye edebileceğim birkaç önerim var. Eğer kelimenin anlamını çok iyi bildiğinize eminseniz, bu kelimenin eş anlamlısını kullanmanız gerekmektedir. Bu süreç zarfında olaya biraz yorum katmak gerekebilir. Bu işin biraz zor ve birazda riskli yönüdür.  Eğer ben böyle bir risk almak istemiyorum, her kelimenin temsil ettiği durumlar farklı olabilir diyorsanız başka bir çözüm önerisine geçiyorum. Ben genellikle kelimenin ait olduğu dildeki eş anlamlı kelimeleri bulmaya çalışır ve çevireceğim dildeki karşılığını ararım. Daha sonra anlamını bulduğum bu eş değer kelime ile asıl kelimeyi birlikte google üzerinden aratır ve diğer insanların bu durumda nasıl kelimeler kullandığına bakarım.

Mesela basit bir örnek vereyim, diyelim aradığınız kelime İngilizce “hacker” kelimesi olsun. Bu kelimenin tam anlamını ifade eden Türkçe bir kelime yoktur.  Araştırmaya başladığınızda pek çok tanım bulursunuz;  örneğin izni olmadan başkasının bilgisayar ağına giren kişi, bilgisayar korsanı, sanal alem suçlusu vs… Bu gibi durumlarda, ben kelimenin en çok hangi tanımla kullanıldığına ve çevirdiğim metnin bağlamına dikkat ederim.  Örneğin bu kelime Türkiye’de orijinaline sadık kalınarak değiştirilmeden kullanılan bir kelimedir. Hacker dediğimiz zaman, bilgisayar korsanından bahsettiğimiz hemen hemen herkes tarafından anlaşılır.  Dolayısıyla bu kelimeyi aynen çevirmeden bırakabilirsiniz. Ancak eğer çeviri yaptığınız metnin içeriği bu durumu taşıyamıyorsa, hacker kelimesini bilgisayar korsanı olarak çevirebilirsiniz.  Çeviri yaparken bazen yorum yapmak ve inisiyatif almak gerektirir.

İyi Çevirmeler

DÜNYANIN EN ZOR DİLİ HANGİSİ?





Yabancı dil öğrenenler genelde hangi dilin öğrenilmesinin daha zor olduğunu merak etmedirler.  Dil bilimciler ise bu konuda kesin bir cevabın bulunmadığını ve bu, kişinin hangi dili konuştuğuyla alakalı olduğunu belirtmektedirler. Aksine, Nörofizik uzmanları dünyanın en zor dilinin Çince ve ya Arapça olabileceğine inanmaktadırlar. Anadili Çince ve ya Arapça olan kişinin beyninin, bu dilleri öğrenmede zorlandığını belirtmektedirler.
Dilbilim uzmanlarının savına göre, dil öğrenen kişinin sahip olduğu anadili, onun diğer dilleri öğrenmedeki zorluk ve ya kolaylıklarını açıklayabilmektedir. Örneğin, Rusça dünyanın en zor dillerinden biri olarak kabul edilmektedir. Ancak bu dili bilen birisinin Ukraynaca ve ya Çek dilini öğrenmesi pek de zor olmayacaktır. Ancak Türkçe ve ya Japonca bilen birisinin bu dili öğrenmesi çok zor ve meşakkatli bir süreçtir.
Dil yakınlığı açısından bakıldığında, Bask – Euskara- dili öğrenilme açısından, dünyanın en zor dillerinden biri olarak kabul edilir. Bunun  sebebi ise, bu dilin yaşayan ve ya yok olmuş diller içerisinde, hiçbir dille yakınlık göstermemesidir.
Guinness Rekorlar Kitabı’nın verdiği başka bir örnekse Chippewa dilidir. Bu dil Kanada ve ABD’de Kızılderili kabilesine ait olduğu ve Ojibwe dilinin bir lehçesi olduğu söylenmektedir. Bunu dışında Kuzey Amerika’nın kuzey-batısında yine bir Kızılderili kabilesine ait Haida dili örnek gösterilmektedir. Dağıstan’da bir etnik gruba ait olan Tabasaran dili de, Eskimo dili ve Çince ile birlikte en zor olarak bilinen dillerdir.
Çince, Japonca ve Korece yazılı dil açısından dünyanın en zor dilleri olarak kabul edilmektedirler. Örneğin Japon çocukları 12 yıl eğitim görmektedirler. Bu eğitim süresinin yarısında sadece iki alana ağırlık verilmektedir; bunlar Japon dili ve matematiktir. Japon öğrencilerin okulu bırakabilmesi için 1850 adet hiyeroglif bilgisi içeren bir sınavda başarılı olmaları şartı vardır. Bir Japon’un gazete okuyabilmesi için en az 3000 hiyeroglif bilmesi gerekmektedir.
BM bilim adamları, Defense Dil Enstitüsü çalışmalarına göre, dünyanın öğrenilmesi en zor dilleri arasında bir sıralama yapılmıştır Anadili İngilizce olanlar için öğrenilmesi en kolay dil grubu şu şekilde sıralanmaktadır; Afrika’nca, Norveççe, Danca, Felemenkçe, Fransızca, Haiti Creole dili, İtalyanca, Portekizce, Romence, İspanyolca, Swahili dili ve İsveççe.
İkinci grupta ise şu diller yer almaktadır: Bulgarca, Dari dili, Farsça (İran), Almanca, Yunanca (Modern), Hintçe-Urduca, Endonezya’ca, Malayca.
Öğreneni oldukça zorlayan diller ise şu şekilde sıralanmaktadır: Amharca, Fince Bengalce, Birmanca, Çekçe, (Modern) İbranice, Macarca, Kmerce (Kamboçya), Lao, Nepalce, Filipince (Tagalog), Lehçe, Rusça, Sırpça-Hırvatça, Singalaca, Tayca, Tamilce, Türkçe, Vietnamca.
Ve son olarak ta İngilizce konuşan bir kişi için öğrenilmesi en zor diller: Arapça, Çince, Japonca ve Korece olarak listelenmektedir. 
Bu listelerde ilgi çeken bir detaysa, Semite dil grubuna ait olan İbranice ve Arapçanın farklı zorluk kategorilerinde yer alması olmuştur. Bu ilginç durum her iki dili anadili olarak kullananlar için geçerlidir. Haifa üniversitesinin araştırmalarına göre Arapça bir metni okumak Araplar için Yahudi ve Amerikalılardan daha zor gelmektedir. Bunun sebebi basit ancak bir o kadar çarpıcıdır: İnsan beyni bu dillerin yazı karakterlerini farklı bir şekilde işlemektedir.
Yaygın olarak bilindiği üzere, insan beyninin sağ ve sol yarım kürelerinin işlevleri birbirinden farklıdır. Sağ yarım küre soyut problemleri çözmek ve bilgileri işlemek üzere görevlendirilmiştir. Sol yarım küre ise konuşma ve metin analizleri ile görevlendirilmiştir. Sağ yarım küre daha çok sezgileri, mecaz anlamları algılamada uzmanlaşırken sol yarım küre kelimelerin gerçek anlamlarını, yani daha realist bir çalışma sistemiyle işlevini sürdürmektedir.
İsrail bilim adamları, İngilizce bilen kişilerin,  okurken ve kelime anlamlarını çıkarırkenki beyin aktivitelerini analiz etmişlerdir. Gönüllüler iki deneyde yer almışlardır. İlk deney süresince, gönüllülere kendi dillerinde bazı kelimeler ve anlamsız harf birleşmeleri gösterilmiştir. Bu sürede gönüller verilen kelimelerin anlamlı olup olmadıklarını düşünürken,   araştırmacılar da verilen cevapları doğruluğunu ve süreyi kaydetmekle meşguldür.
İkinci deneyde ise, gönüllülere ekranın hem sağında hem de solunda eş zamanlı olarak farklı kelimeler gösterilmiştir.  Beyin bu sembolleri sağ ve ya sol yarım kürede analiz etmek zorundadır.
Bu deney sonucunda çok ilginç bulgular ortaya çıkmıştır. İngilizce ve İbranice konuşanlar, beynin hangi yarım küresi olduğundan bağımsız olarak kelimeleri kolaylıkla okuyabilmişlerdir. Arapça konuşanlarda ise çıkan bulgular farklıdır. Arapça konuşan gönüllülerde, beynin sağ yarım küresi sol yarım kürenin kaynakları olmadan işlem gösterememiştir. Arap yazılı sembollerini okumak, beynin zihinsel süreçlerini aktive etmektedir. Bu yüzden zihninizi geliştirmek istiyorsanız, Arapça dil çalışması yapmak iyi bir seçenek olabilir.
Benzer özellikler Çin ve İngilizce dili çalışmaları sırasında da görülmektedir. Araştırmacılar, Çince ve İngilizce anadili olan kişilerin, kendi dillerini dinlerkenki beyin aktivitelerini gözlemlemişlerdir. İngilizce konuşanlarda sadece beynin sol yarım küresi aktif görünürken, Çince konuşanlarda beynin her iki yarım küresinin de aktif olduğu saptanmıştır.
Çincecin pek çok lehçesinde dört adet farklı tonlama vardır ve beyin bu süreci işlerken her iki yarım küreye de ihtiyaç duyar. Çok ilginçtir ki Çincenin grameri dünyanın en kolay grameridir. Çince kelimeler gramer süreci içerisinde pek bir değişim göstermezler.
Anadili İngilizce olan ve profesyonel olarak dille uğraşan kişilere göre, İngilizce göründüğü kadar kolay bir dil değildir. İngilizce tesadüfî bir şekilde uluslar arası bir dil haline gelmiştir. İngilizce dilbilgisinin öğrenilmesi ve anlaşılması zordur. İngilizcenin, Roman ülkeleri, İtalya Fransa gibi, ülkelerde yaşayan genç öğrenciler için öğrenilmesi kolay olduğu vurgulanmaktadır.

19 Şubat 2013 Salı

YABANCI DİL ÖĞRENEMİYORUM!? BİLİM ADAMLARINA GÖRE, BU BÜYÜK BİR YALAN






Beyin, 15 dakika içerisinde yeni bir kelime öğrenebilir. Bilim adamlarının yeni bulguları, yabancı dil öğrenemiyorum diyenlerin tüm bahanelerini yanlışlar nitelikte.

Cambridge nörobilim uzmanlarının bulgularına göre, tek yapmanız gereken , bu süre içerisinde bir kelimeyi 160 defa dinlemektir.
Bunu yaptıktan sonra, beyin özellikle o kelimeyi hatırlamaya  görevli nöronlarla yepyeni bir ağ kurmuş olacaktır.
Son bulgulara göre bu süreç düşünülenden çok daha hızlı gerçekleşmektedir.
Dr Yuri Shtyrov ve ekibi beyin aktivitelerini izlemek üzere 16 sağlıklı gönüllü deneğin başlarına elektrotlar yerleştirerek bir keşif gerçekleştirdiler.
Öncelikle tanıdık bir kelime verildikten sonra ortaya çıkan nabzı kaydettiler. Daha sonra gönüllü deneklerin, yepyeni bir kelimeyi defalarca dinlemeleri sağlandı.
Başlangıçta, beyin yeni kelimeyi tanımak için çok çalışmak zorunda kaldı.
Ancak Dr. Shtyroy’un açıklamalarına göre, 14 dakika ve 160 tekrar sonucunda, yeni hafıza izlerinin tanıdık olanlara göre “nerdeyse farksız” olduğu tespit edilmiş oldu.

Şöyle ki:” Bundan anladığımız, dil için yapılan alıştırmalar önemlidir. Her küçük çaba yardım eder.
Sadece algı - dinleme – yararlıdır. Gönüllü deneklerimiz bu kelimeleri tekrarlamadılar bile.
Onlara kelimeleri tekrarlatma, beynin konuşma merkezinde “muhtemelen yeni kurulan nöral ağların genişlemesini” sağlayacaktır, diye konuşmasına devam etti.  

Ancak, o ve Medical Research Council's Cognition and Brain Sciences Unit’teki diğer arkadaşları, afazi tedavisi (CIAT) adını verdikleri bu yaklaşımı, turistlere Fransızca öğretmek yerine, inme inmiş hastaların konuşma kabiliyetlerini yeniden kazanmalarını sağlamak adına yaptıklarını vurgulamaktadır.   
Şöyle ki:” Bu araştırma, beyin hasarı olan, örneğin inme inmiş hastaların, bu hafıza izlerini oluşturan beyin bölgesinin hedeflenmesiyle, iyileşme ve rehabilitasyon süreçlerinin hızlanacağını anlamış olduk.”
Bir sonraki aşamanın, teorinin inmeli hastalarda denenmesi olduğunu eklemektedir
Dr. Shtyroy’un bu çalışması Paul Noble adında öğrendiklerini “unutan” öğrencilere sahip bir dil öğretmeniyle heyecan yarattı.
Tekrarlamak ona göre anahtar kelimeydi – ancak beyin rahat ve hatırlamamaya çalıştığı zamanlarda daha iyi öğrenmeler sağladı. Eğer spor takipçisiyseniz, tüm oyuncuları, takımları ve kuralları hatırlarsınız, ancak hiçbir zaman çıkıp oynamazsınız.
Hatırlarsınız çünkü bu süreci tekrar tekrar yaşarsınız. Beyin her şeyi hatırlamayı seçmez. Gördüğünüz herkesi hatırlasaydınız çılgına dönerdiniz. Mesele, neyin önemli neyinse önemsiz olduğudur.

Daily Science
Bu araştırma, Nörobilim Jurnalı’nda (Journal of Neuroscience  - WED) yayınlanmıştır.


18 Şubat 2013 Pazartesi

Başımızın Belası Phrasal Verb'ler

Başımızın Belası Phrasal Verb'ler 


İki kelime yan yana gelir ve tamamen bambaşka bir anlam taşıyan üçüncü bir yapıya kavuşur.
Bu da pek çevirmen, öğretmen, öğrenci genel olarak dillerle uğraşan pek çok kişinin başını ağrıtır.
Gerek İngilizcedeki kelime çokluğu gerekse Türkçenin esnekliği göz önünde bulundurulursa işler bazen çığırından çıkmaktadır. Faydalı olacağını düşündüğüm bu derleme umarım herkesin bir nebzede olsa işine yarar.

bring up  - raise children          
(çocuk)yetiştirmek, büyütmek

face up to - to accept an unpleasent state of affairs, and try to deal with it
katlanmak

call off - to not to go ahead with a plan
iptal etmek, feshetmek

count on - to rely, depend on other people
güvenmek

catch up with - to get to the same level
yetişmek, aynı seviyeye gelmek

die down - to become less strong
sönmek

drop out of - to leave a race early or before you have finished
ayrılmak

figure out - to undertsand (to find it hard to understand : informal)
anlamak, çözmek

fell out - to argue
iddia etmek

find out - to discover
keşfetmek

grow up - to change from being children to being adults
büyümek

keep up with - to rise at the same speed as something else
aynı düzeyde kalmak, ayak uydurmak,

leaves out - to not inculde
dışında bırakmak

pointed out - to show
işaret etmek, dikkati çekmek

look into - to research
incelemek

brought up - to start discussing a subject
gündeme getirmek

fall behind - to fail to do something or pay something at the time that you should
geide kalmak, yetişememek

cut down on - to start doing less of something, usually because it is bad for you
azaltmak

taken over - to start do something in place of someone else
devralmak

put forward - to suggest or state the case fo something
ileri sürmek, ortaya koymak

pull through - to recover from a serious illness or accident
iyileşmek, toparlanmak

done away with - to get rid of something
ortadan kaldırmak

carry out - to do something that you have been told to do, often in a particular way
gerçekleştirmek, uygulamak

went, kept, carried on - to continue
devam etmek

wear off - to gradually dissapear or become less intense
yavaş azalmak, geçmek

turn up - to come somewhere, often unexpectedly
çıkagelmek

put across - to explain an idea, in a way that is easy to understand
ortaya koymak, ayrıntılı açıklamak

ran into - to meet someone by change
tesadüfen karşılaşmak

set ... back - to hinder; imped Informal: to cost (a person) a specified amount
geciktirmek, pahalıya patlamak

look back on - to think about something that happend in the past
geriye (geçmişe) dönüp bakmak 

turned out - to develop in a particular way or have a particular result
ortaya çıkmak, .... olduğu ortaya çıkmak

turned away - to be not allowed to enter a building
geri çevirmek


Amerikan İngilizcesi ve İngiltere İngilizcesi

Amerikan İngilizcesi ve İngiltere İngilizcesi


Amerikan İngilizcesi ve İngiltere İngilizcesi arasında anlamları aynı olsa da farklı pek çok kelime bulunmaktadır. İngilizler tarafından kolaylıkla anlaşılan bu kelimeler, bazı kuzey Amerikalılar tarafından anlaşılamamaktadır. Bunlardan bazılarını sık sık kullanırız ancak hangisi neden tercih ettiğimiz pek bilmeyiz.
İşte size bir kaç örnek;

İngiliz İngilizcesi                  Amerikan İngilizcesi


POST                                                              MAIL
SUBWAY                                                       UNDERPASS
PETROL                                                         GAS
LIFT                                                                ELEVATOR
MAIN ROAD                                                 HIGHWAY
RISE                                                               RAISE
BREAK                                                          RECESS
AUTUMN                                                      FALL
SHOP                                                             STORE
DEFENCE                                                      DEFENSE
GRADUATE                                                   ALUMNUS
CINEMA                                                        MOVIES
FLATS                                                            APPARTMENTS
CHEMIST                                                       DRUGSTORE
RUBBER                                                         ERASER
HOLIDAY                                                      VACATION
TOILET                                                           BATHROOM
MOBILE PHONE                                           CELLPHONE
POSTCODE                                                    ZIPCODE





Derleyen: Nergis